Takipçiler

Türk Mitolojisinde İye Kavramı Üzerine

İyeler, Türk mitolojisinde kendisine oldukça yer edinen bununla birlikte tartışmalı olan kavramlardan birisidir. Bazı araştırmacılar tarafından iyeler sıklıkla tanrı-tanrıçalar ile karıştırılır, onlara bu tarz bir kutsallık atfedilir. Gelin öncelikle iye nedir, neye denir buna bakalım. 

İye, eski Türk dini-mitolojik düşüncesindeki gizli doğa güçlerini anlatan, belli doğal objelerin koruyucuları veya sahipleri sayılan varlıkların genel adıdır. Kısaca koruyucu ruhlar olarak da düşünülebilir. İye sözcüğü eski Türk yazılı abidelerinde  sahibi anlamına gelen "ide" sözcüğü olarak karşımıza çıkar. Hatırlayacaksınızdır dil ve anlatım derslerinde gördüğümüz "iyelik" eki sahiplik anlamına gelir. Bu bağlantıyı kurarsanız iyeleri bir mekânın, bir objenin sahibi olarak hatırlamanız da kolaylaşır. Her ne kadar koruyucu ruhlar denilse de aslında iyeler iyi ya da kötü olarak sınıflandırılamazlar. Tabiatları gereği kutsal ve aziz olana bağlı olduklarından ötürü kendilerine iyi davranılırsa hayır getirirken, kötü davranılırsa kötülük getirebilirler. İşte bu inançtan ötürü bir iye kültü oluşmuş, iyeler saygı görmüş, onlara kanlı veya kansız kurbanlar sunulmuş bu durum da onların ilahi güçlerle karıştırılmasına neden olmuştur.

Teleut halk kültüründe dünyanın yaratıldığı çağdan bahsedildiği zaman, her tarafta varlığı hissedilen «iezi» adında bir ruhun adı geçmektedir. Bu ruhun iyelere bağlı olduğunu söylemek mümkündür.Eski Türkler doğada var olduklarına inandıkları gizli güçler, « idi-izi-iye» şeklinde adlandırmışlardır. Bu iyelerin adları çoğunlukla Tanrı niteliğinde kullanılmıştır. Pantheon hiyerarşik bağlılığı içerir. Halbuki Türk dinî mitolojik düşüncesinde ilah ve tanrıça olarak adlandırılan aslında doğal unsurları sembolize eden iyeler arasında herhangi bir hiyerarşik sistem görünmemektedir. Her biri sahip olduğu yerde yaşar. Bu durum da onların ilah ve tanrıçalarla karıştırılmaması gerektiğini gösterir. Onları doğaüstü bir varlık olarak görebiliriz ama yaratıcı bir konumları bulunmamaktadır.

Altan Sayan mitolojik metinlerinde geçen şu anlatı bize iyelerin nasıl oluştuğuna dair bilgi verir: "Erlik göklerden indirildiği zaman, onun ardından orada hizmetlerinde var olan varlıklar da yere serpildiler. suya düşen "su" dağa düşen "dağ" iyesi oldu." Görüldüğü üzere burada iyeler ilahi bir varlık olarak karşımıza çıkmazlar. Bununla birlikte ilahi güçlerle bağlantılı varlıklardır, doğaüstü özellikleri vardır. Dolayısıyla yardım da edebilirler, zarar da verebilirler.

Geleneksel dinî - mitolojik görüşlere göre yeryüzünde bir karış yer bile iyesiz değil. Her şeyin kendi iyesi vardır. Yer iyesiz olmaz deyimi de buradan gelir. İyeler bulundukları yerin «efendisi» olarak görülürler. Neyin iyesi iseler onun efendisi, sahibi oldukları gibi onunla yaşarlar. Örneğin su iyesi suda, ev iyesi evde, bağ iyesi bağda, dağ iyesi dağda yaşar. Su iyesini dağda görmek mümkün değildir. İyeler kendilerine ait mekanlar haricinde görülmezler. Nerenin iyesi iseler varlıklarını orada devam ettirirler. Bu bağlamda  karşılaşılan  şeylerden biri de iyelerle cinleri birbirine karıştırmaktır. "Bizden yeğler" olarak da bilinen cinler her yerde yaşayabilirler, mekana bağlı kalmak zorunda değildirler. Bununla birlikte en çok karanlık ve harabe yerlerde, ağaç altlarında ve su başlarında yaşarlar. İyelerin insanlara iyilik ya da kötülük yapabileceklerini söylemiştik. Bizden yeğler olarak bahsedilen varlıklar ise her zaman insanların malını çalar, giysilerini çalıp giyer, pirincini, yağını götürüp pilav yapıp yerler. Kısacası onlar her zaman insanlara zarar verirler. Bizden yeğlerin hamamların ve değirmenlerin yakınlarında yaşadıkları inançlarından ötürü bu iki yerin iyeleri cinler ve periler olarak görülmektedir. Yani bazı iyeler cinler ve periler olabilir ama her iye cin veya peri değildir. Bunu bilirsek okuduğumuz bazı inançları değerlendirirken kafamız karışmaz ve yanlış değerlendirmeler yapmayız.

İyelerin yanlarına gidildiğinde selam verilip, ayrılırken selamet kal denilirse, bir şeylerini alırken izin istenilirse bundan hoşlanır ve bu yüzden insanlara yardım ederler. Örnek verilmesi gerekirse, ev iyesine iyi davranılırsa evi abat edip ev sakinlerini mutluluk içinde yaşatır, yol iyesi yolu uğurlu yapar, bağ iyesi bağ ürünlerini bol yapar. Bunun için iyelerle konuşulurken belirli gelenekler korunur. Bir bağa girerken «Selam ey Bağ iyesi, bağını savurmaya geldim», çıkarken ise «Selamet kal ey Bağ iyesi, ben gittim yine geleceğim» denilir. Bunlar yüksek sesle de söylenebilir, içten de söylenebilir ne olursa olsun bağ iyesi bunu duyacaktır.

İyelerin en önemlisi su iyesidir. O, suda yaşar. Sabahları erkenden suya gidildiğinde ona selam verilir. Hiçbir zaman suya tükürülmez. Suya pis su bırakılmaz. Su iyesi küserse, insanlara zarar verebilir. Türk halklarından Hakasların inanışında ise iyelerin çoğunu örneğin su iyesini hiç kimse görmemiştir ve nasıl olduğunu da kimse bilmez. Dağ iyeleri ise insandan çok çok büyük olurlar. Kirpiksiz ve kaşsız olan bu varlıklar, herhangi bir hayvanın kılığına girebilirler. İnsanları ormanda kaybettiren iyeler, avcıların hikâye anlatmasını severler. İnsanların yüksek sesle gülmesinden ise nefret ederler.

İyelerle ilgili inanışlar;  arkaik efsane, hikâye, efsun, rivayet, dua ve beddua gibi halk kültürüne ait metinlerinde korunmuştur. Örnek vermek gerekirse Köroğlu destanındaki Alı kişi, Kör olarak betimlenen dağ ruhu veya dağ iyesidir. Yine güçlü şamanların gömüldükleri bölgenin koruyucusu kabul edildikleri bilinmektedir. Aynı inanış Anadolu'da evliya, pir mezarlarının çevresinde de görülmektedir. Bu kişilerin o yerin sahibi olduklarına, o yeri koruduklarına ve söz konusu mekâna zarar veren kişilere kötülük getireceklerine inanılır. Bir nevi şamanlar ve evliyalar da gömüldükleri bölgenin iyesi sayılmışlardır. Onlardan yardım istenir ama aynı zamanda korkuyla karışık saygı da duyulur.

Yine karşımıza çıkan bir başka örnek ise İye Kııl – İne Kııl'dır.  İye Kııl/İne Kııl, Yakutlar'da şamanların öbür dünyada yaşayan ruhunun adıdır. İye Kııl şamanın merasimlerine katılmazdı. Onun görevi şamanın sağlığını korumaktı. Şaman efsane ve söylemlerine göre vahşi hayvan görünümünde olan bu ruhları şamanın kendisi bile göremezdi.Şamanlar baş koruyucu ruhları olan İne Kııl'ın normal insanların gözüne görünmemesi için insanların gözünü dumanlandırıp karartırlar. Bazı şaman efsanelerine göre de İne Kııl insanların gözüne her türlü hayvan kılığında görünebilir. Bu özellik ruhun taşıyıcısı olan şamandan kaynaklanır. Yani İne Kııl şamanın istediği hayvan kılığına girip onun gözüne görünür. Şamanlar İye Kııl’larının yerini gizli tutarlar. Yakutların inanışına göre İye Kııl’ın başına gelen her şey şamanın da başına gelir. İye Kııl yaralanırsa şaman vücudunun bir yerinde ağrılar duyar. Ölürse şaman da ölür.

İdil Tatarları’nın "evin efendisi/iyesi" inanışlarına göre insan görünüşünde ve uzun saçlı olan bu ruh evdeki ocağın yanında veya yer döşemesinin altında yaşar. Genelde iyi olan bu ruhun sinirlendirilirse evde yaşayanları hasta edeceğine inanılır. Onu öfkelendirmemek için her yıl en az bir defa – genellikle sonbaharda- ona lapa sunulması gerekir. Kimi zaman evin efendisi için kurban edildiği de olur. Evin oğlu kendine yeni ev açmak isterse gerçekleştirmesi gereken bir ritüel vardır. Öncelikle bir ekmek almalı daha sonra baba evinin bodrumuna inip 3 mum yakarak zeminden biraz toprak alıp kendi evinin zeminine dökmelidir. Bu ritüel baba evinin bereketinin bolluğunun kendi evine de taşınması amacını güder. Eğer oğul bu ritüeli gerçekleştirirken bir insan ya da hayvanla karşılaşırsa baştan başlamak zorundadır.

Yine İdil Tatarlar’ı tarafından inanılan ahırların efendisi/iyesi, evin efendisine/iyesine benzer bir varlıktır. Ahırların efendisinin bazen atlardan birini iyice besleyip, bakımını yaparken bir başkasını ihmal ettiğine, yemini çalıp hayvana eziyet edip kâbus olarak rüyalarına girdiğine inanılır.  Ahırın efendisinin bir ata böyle eziyet ettiği , ertesi sabah atın yorgun ve terli olmasından anlaşılır. Geleneklere göre ahırın efendisine kara bir kuzu kurban edilir ve bu kuzunun etinin bir öğünde yenilip kemiklerinin ve diğer kalıntılarının ahırın zeminine gömülmesi gerekmektedir. Bu kurbanı ailenin en yaşlı üyesi keser. Yakutlar'da çadırın hatta çadır direklerinin efendisi de bulunmaktadır. Yakutların eskiden çadır direklerini dikmeden önce üzerine kımız ve at kanı sürdükleri aktarılır.Çok yaygın olarak inanılan bir başka ruh da "Ormanın efendisi/iyesidir. Ormanlık dağlarda bu ruha "dağın efendisi/iyesi" de denir. Yakutlar her ormanın ya da çalılığın bir ruhu, efendisi olduğuna inanırlar.

Sibirya halkları arasındaki Ormanın Efendisi’nin özellikleri pek belirgin değildir ama çoğu zaman bir insan şeklinde tasavvur edilir. Schirokogorov’un aktardığına göre Tunguzlar’ın Ormanın efendisi ormanda yaşayan ve ormandaki hayvanların efendisi olan ak saçlı bir ihtiyardır. Bazı bölgelerde oldukça iri olarak tasavvur edilmiştir. Ormanın efendisi insanlara çok nadiren görünür ama insanlar sık sık onun sesini kimi zaman bağırırken, kimi zaman ağlarken veya kahkaha atarken duyabilirler. Bunun arkasında muhtemelen ormanda duyulan meçhul sesler vardır. Lamutlar ve Yakutlar «Dağın Efendisi»ni rahatsız etmemek için bir dağın yakınından geçerken ses çıkarmaktan çekindikleri gibi, Alarsk bölgesindeki Buryatlar, ava çıkıldığında şarkı söylenmesi veya yüksek sesle konuşulmasını uygunsuz bulurlar çünkü Hangai dağının efendisi gürültüden hoşlanmaz.

Şorlar ise eğer av sırasında gürültü yapılacak olursa ormanın efendisinin av hayvanlarını da alıp çekip gideceğine , hatta kimi zaman kızıp fırtına çıkartacağına inanılır. Yakutların "Bayanai"si ise gürültüden ve kahkahadan hoşlanan bir ruh olduğundan av yakalandığında onun adı bağırarak anılır ve kahkahalar atılır. Bu konuda İonov,  Yakutların kurdukları bir tuzağa düşen geyiği gördüklerinde "Ho ho hoh, bak Kara ormanın efendisi bize av sundu hoh hoh" diye bağırıp sıçrayarak avın yanına koştuklarını ve kahkahalar attıklarını anlatmaktadır. Bunu yapmaktaki amaçları Ormanın efendisine onlara sunduğu bu av için minnet ve sevinçlerini göstermektir. Yakutlar her hayvan türünün ayrıca bir efendisi olduğuna inanırlar.

Sarp geçitlerin ve dağ zirvelerinin ruhlarına Yakutlar " Yolların efendisi/iyesi" veya "geçitlerin efendisi/iyesi" derler. Maack, Yakutların bir boğazdan veya tekneyle yüksek debili bir akıntıdan geçerken bu ruhlara sunu sunduklarını anlatır ki , bu sunular at kılı, kumaş parçaları, deri parçaları veya kuş tüyünden ibaret olup, bunlar yakınlardaki bir ağacın dalına asılır. Adetten olduğu üzere, mezarlıklarda da at kılı sunusuna rastlanması, geçitlerdeki bu ruhların, ölülerle bağdaştırıldığını düşündürmektedir. Sibirya’nın bazı bölgelerindeki dağ sırtlarında veya ulaşılması güç olan yerlerde "Obo" adı verilen taş yığınları görülür ki, bu yığınlar her geçen kişinin yığının üzerine bir taş daha atmasıyla oluşmuş, eğer bu yerine getirilmezse, yolculuk eden kişinin başına bir bela geleceğine inanılan gelenek hala sürmektedir.

İslam dünyasında da mübarek insanlar veya evliyaların ruhuna tazim ( saygı gösterme) için taş yığını üzerine bir taş koyma şeklinde devam ettirildiği görülür. Karelya bölgesinde de "Aziz Petrus bu taşı sunuyorum" denir. Bazı durumlarda alışılmadık bir ölümün gerçekleştiği yerlere de taş bırakılır ki, bu konuda Zelenin,  Rusya’da buna ilişkin bazı örnekler görülür. Karagasseler gibi bazı halklar balıkçılık yapmadan önce su iyesine sunularda bulunurlar. Ava başlamadan önce kıyıdaki bir ağaca "Dzalama"adı verdikleri renkli bezler bağlayıp ağacın yanında yaktıkları bir ateşe çay, süt, yağ,  ve tereyağı attıkları anlatılır.  Bu ateşe asla ekmek ve tütün atılmaz bunların atılmasının su iyesini kızdıracağına inanılır. Bu törene orada avlanan bütün balıkçılar katılırlar. Sunular suya atılmaz, olta balıkçılığı yapıldığı vakit sunu sunulmaz.  Su kültünde en önemli şey temizliktir. Suya dair olan bu inanç şekli,  Anadolu’da suya tükürülmemesi, kirli bir şey atılmaması, hatta çocuklara suya işememeleri sıkı sıkı tembih edilerek, şeytan çarpacağı söylenir ki , bu durum muhtemelen bu su kültü inancının İslami duruma bürünmüş hali olsa gerektir.

Görüldüğü üzere Türk mitolojisinin önemli varlıklarından biri ve çeşitli inanç ritüelleri geliştirilmesine neden olan iyeler, geçmişten günümüze Türk toplulukların çoğunluğunda varlıklarını sürdürmüşlerdir. Günümüzde iyeler etrafında gerçekleştirilen ritüellerin bir kısmı şekil olarak devam ettirilse de bu davranışların arkasında yatan inanış, hikâye çoğunlukla unutulmuştur. Günümüzde de eşiklere oturmayız, yola çıkanın arkasından su dökeriz. Bu yazıda iyelerin çeşitli Türk topluluklarındaki yeri ve öneminin yanında bu inanışların Anadolu ve günümüzde de nasıl devam ettiğine değinmeye çalıştım. Umarım yararlı olmuştur. Fikirlerinizi ve yorumlarınızı esirgemeyin. İyi günler dilerim.


Not: İye kelimesi sahip, efendi anlamlarına geldiğinden ötürü yararlanılan kitaplarda farklı adlandırmalara rastlanmıştır. Yazıyı hazırlarken kullandığım kaynaklardan ötürü bazen farklı adlandırmalar olması normaldir.

Yazının hazırlanmasında kullanılan kaynaklar; 

Beydili, Celal "Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlüğü" Yurt Yayın, Ankara, 2015

Anohin, A. V. "Altay Şamanlığına Ait Materyaller" Kömen Yayınları, Konya, 2006

Ksenefontov, A. V. "Yakut Şamanlığı" Kömen Yayınları, Konya, 2011

Harva, Uno "Altay Panteonu (mitler, ritüeller, inançlar ve tanrılar)" Doğu Kütüphanesi, İstanbul, 2015

Alekseyev, N.A "Türk Dilli Sibirya Halklarının Şamanizmi" Kömen Yayınları, Konya, 2013

Llova, E.L, Oktyabrskaya, İ. V, Sagalayev, A. M , Usmanova, M.S " Güney Sibirya Türklerinin Geleneksel Dünya Görüşleri" Kömen Yayınları, Konya, 2013




Yorumlar

Popüler Yayınlar