Takipçiler

Doğa Kültür Karşıtlıkları Bağlamında Oğuz Kağan Destanı

Oğuz Kağan Destanı, bilinen en eski Türk destanları arasında yer almaktadır. Oğuzların atası olarak kabul edilen Oğuz Kağan'ın doğumundan başlayarak, evlilikleri, yaptığı savaşları, Türkleri tek bir çatı altında toplama sürecini ve Oğuz Kağan'ın ölümüne kadar birçok detayı anlatan destan, Türk kültürü ve halkbilimi için önemli detaylar içermektedir. Destanın günümüzde yaygın olarak bilinen ve çalışılan iki varyantı bulunmaktadır. Bu varyantlardan ilki Paris Milli kütüphanesinde bulunan 13. yüzyılda yazıldığı düşünülen Uygurca Oğuz Kağan Destanı'dır. Destan Uygurca kaleme alınmış olup Oğuz Kağan destanının İslamiyet öncesi anlatılarına işaret etmektedir. Yaygın olarak bilinen ve Uygurca destanı ile karşılaştırmalı çalışmaların yapıldığı diğer varyantı ise birçok nüshası bulunan  Reşîdeddin Oğuznâmesi'dir. Her iki varyant üzerine oldukça fazla çalışma yapılmış, destanlar farklı bakış açıları ve disiplinler aracılığıyla ele alınmıştır.  Bugün benim üzerinde duracağım Oğuz Kağan destanı Bahaeddin Ögel'in Türk Mitolojisi 1. cildinde yer verdiği Uygurca Oğuz Kağan destanıdır. Söz konusu olan bu destana Claude Levi Strauss'un ikili karşıtlıklar kuramını temel alarak doğa-kültür karşıtlıkları ekseninde ortaya koymaya çalışacağım. Destanla ilgili ayrıntılı bilgi alabileceğiniz makale ve kitapları da en son notlarda ekleyeceğim, umarım keyifle okursunuz.



Claude Levi Strauss, 1908 yılında dünyaya gelmiştir. Aslen bir antropolog olan ve yapısalcı antropoloji bakış açısını ortaya koyan Strauss, görüşleriyle etnograflar arasında da saygın bir yer edinmiştir. Yapısalcı görüşleri antropolojinin yanında diğer sosyal bilim disiplinlerinde de çeşitli uyarlamalarda kullanılmıştır. Halkbilimi anlatılarının ve metinlerinin incelenmesinde bazı araştırmacılar Strauss'un yapısalcı görüşünden faydalanmışlardır. Metinlerin ve anlatıların doğasında bulunan karşıtlıkları ele almak, metin veya anlatıların arka planında anlatılan diğer hikâyelerin de (örneğin toplumların kültürleşme süreci) ortaya konulmasını sağlamıştır. Strauss, yapısalcı yaklaşımın "değişmez olanın ya da yüzeysel farklılıklar arasında değişmez ögelerin araştırılması" olduğunu ve aslında yapısalcılığın Yunan ve Latin dili edebiyatında bile yeni bir şey olmadığını, bu düşüncenin Rönesans'tan günümüze kadar izlenebileceğini belirtir (aktr: Deveci,2017).  Yapısalcı anlayışla birlikte Strauss, totem, mit, akrabalık gibi yapıların hepsini içine bildirilerinin gömüldüğü birer "kod" şeklinde indirger. Mitlerin temelindeki karşıtlıklar dizgesini farklı bir kod olarak örgütlemeyi hedefleyen Strauss,  ele alınan bir mit içerisinde kişilerin seyahatlerini "uzamsal kod", evlilik, akrabalık gibi toplumsal ilişkileri ise "toplumsal kod" oluşturduğunu düşünmüştür (Deveci, 2017). Dolayısıyla yapısal antropolojinin temeline bu kodları yerleştiren Strauss, bu kodları merkeze alarak ikili karşıtlıklar kuramını ortaya atmıştır. İkili karşıtlıklar kuramı metinlerin ve anlatıların yaşam-ölüm, doğa-kültür, yer-gök gibi karşıtlıklar,  uzamsal ve toplumsal kodlar çerçevesinde incelenmesini sağlamıştır.

Bugün benim üzerinde duracağım kısım doğa-kültür karşıtlığı olacak. Strauss'a göre doğa biyolojik kalıtım yoluyla elde ettiklerimizin bütününü içerirken kültür ise dışsal gelenekten edindiklerimizi kapsamaktadır. Bu bağlamda bu iki kavramın karşıtlığını daha net açacak olursak; "doğa mutlak temeldir ve simgeler için av yeridir, doğa simgeleri için araştırılırken bu arada da dönüştürülür. Teknolojinin, iyileştirmeye, üstesinden gelmeye çalıştığı doğa, bütün teknolojik gelişmenin ve onun karşıtının kökenidir" (Deveci, 2017). Doğa insanın ilk çağlardan beri içerisinde yaşadığı, kontrol altına almaya çalıştığı tahmin edilemez, korkutucu ve bereketli bir mekânı oluşturmaktadır. İnsan, teknolojisini geliştirmeye başladıkça, üretmeye başladıkça yaptığı aletler yardımıyla doğayı kontrol  altına almaya başlamış, en azından onu kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya başlamıştır. İnsanın doğa üzerinde kurmaya başladığı bu üstünlük toplumların gelişmesine, kültürün çeşitlenmesine ve kültürel ögelerin artmasına zemin hazırlamıştır. Doğa tamamen kontrol altına alınamasa bile ilk çağlarla kıyaslandığında insan kendi yaşamının büyük bir kısmına karar verme, düzenleme ve sürdürme yetkisine sahip olduğundan bu durum bir çatışma doğurmuştur. İnsan biyolojik varlığıyla doğaya aittir, doğadan beslenmekte, doğanın alanında yaşamaktadır. Her ne kadar doğanın alanında yaşasa da ürettiği araçlarla, fikirlerle onu sürekli dönüştürmektedir. Kültürel ögeler insanı doğadan ayıran, toplum olarak bir arada yaşamasına fırsat veren, sosyal ilişkilerle birlikte toplumsal kuralları, kültürel bir yaşam için sürdürülmesi gereken sağlık, hijyen, hukuk, iş, eğitim gibi çeşitli kuralları ve düşünceleri de kapsamaktadır.

Uygurca Oğuz Kağan destanı Oğuz Kağan'ın doğuşundan başlar. Ardından büyümesi kısaca geçilir ve ormanda büyük bir gergedanı nasıl avladığı anlatılır. Bu kahramanlığından sonra evlilikleri ve yaptığı savaşlar konu edilir. Oğuz Kağan destanda Türk milletinin çeşitli boylarına ad veren, onları tek bir çatı altında toplayan ilk ata olarak görülür. Oğuz, büyük bir lider, erdemli ve savaşçı bir kişilik olarak karşımıza çıkar. Ögel Uygur harfli bu nüshayı, Türkiye Türkçesi'ne dizeler halinde aktarmıştır. Destanın tamamını buraya aktarmam mümkün olmayacağından ötürü, doğa-kültür karşıtlığı bağlamında inceleyebileceğimiz bazı parçalara yer vereceğim ve bu parçaları doğa- kültür karşıtlıkları bağlamında nasıl değerlendirebileceğimizi ortaya koymaya çalışacağım.

"Gömgök, gök mavisiydi, bu oğlanın yüz rengi, 

Kıpkızıl ağziyle, ateş gibiydi benzi

Geldi ana göğsüne, aldı emdi sütünü,

İstemedi bir daha içmek kendi sütünü!

Pişmemiş etler ister, aş, yemek ister oldu!

Etrafdan şarap ister, eğlenmek ister oldu!"

Destanın bu kısmı Oğuz Kağan'ın kısa bir tasvirini yapar ve doğduğu an istediklerinden bahseder. İlk dizede gök X ateş karşıtlığı dikkati çekmektedir. Gömgök- gök mavisi renkleri eski Türkler'de kutsal rengi, kutsallığı işaret eder. Bu yüzden kutsal olarak Gök ile aynı şekilde ifade edilir. Dolayısıyla bu açıdan baktığımızda Gök ile Oğuz’un kutsal tarafı gök ile olan bağı anlatılırken Ateş ile daha hırslı ve yer ile olan bağı (insan olan tarafı) anlatılmaktadır. Diğer dizelere baktığımızda süt X şarap karşıtlığı olduğunu görürüz. Süt Oğuz’un sıradan insani kişiliğini, doğayla olan bağını temsil etmektedir. Pişmemiş etler yemesi, onun vahşi ve sıra dışı yanlarını temsil etmektedir. Tamamen kültürleşmiş bir topluma mensup olmadığını gösterir. (Oğuz’un tasviri de bunu destekler niteliktedir.) Süt insanın doğal olarak içtiği bir içecektir bu bağlamda Oğuz’un doğa ile olan bağını temsil etmektedir. Şarap insan üretimidir, süte nazaran yapay bir içecektir, şarap yapımı kültürel bir süreçtir dolayısıyla şarap kültürü temsil etmektedir. 

"Bir büyük orman vardı Oğuz yurdundan içre,

Ne nehir ne ırmaklar, akardı bu orman içre.

Oğuz Kağan derlerdi, çok alp bir kişi vardı,

Avlarım gergedanı, diye o yere vardı.

Ormanda avlanarak bir geyiği avladı,

Söğüt dalıyla onu, bir ağaca bağladı!

                …

Kargıyla gergedanın başını vurdu Oğuz!

Öldürüp gergedanı, kurtardı yurdu Oğuz!

Gergedan hem geyiği hem de ayıyı yedi,

Öldürdü kargım onu, çünkü bu bir demirdi!

Koskoca gergedanı, bir küçük sungur yedi,

Ok, yay öldürdü onu çünkü bu bir bakırdı!"

Yukarıdaki dizelere baktığımızda; orman X şehir (Oğuz Yurdu),  Oğuz X gergedan, zekâ X fiziksel güç, fiziksel güç X araç ve doğa X kültür karşıtlıkları karşımıza çıkmaktadır. Orman ve şehir karşıtlığı aslında doğa ile kültür karşıtlığının bir simgesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Doğa ile kültür sürekli bir karşıtlık içerisindedir çünkü kültürün yaratıcısı olan insan, sürekli doğaya karşı bir mücadele içerisindedir. Gergedan ile Oğuz karşıtlığı da doğa ile insanının mücadelesini göstermektedir. Gergedan metinde fiziksel olarak oldukça güçlü bir varlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Oğuz yani insan doğanın bu gücü karşısında sadece fiziksel gücünü değil zekâsını da kullanmaktadır. Dolayısıyla burada fiziksel güç ile zekanın karşılaşması yani doğa ile insanın karşılaşması görülmektedir. Bu karşılaşma sırasında ise Oğuz’un gergedanı öldürdüğünü görürüz. Yani insan doğaya üstün gelmiş olur. Doğa ile kültür çatışmasında bu sefer kazanan kültür olmuştur. Daha sonra Oğuz gergedanın leşini yiyen sunguru görüp de onu ok ve yayıyla öldürdükten sonra bütün bu güçlü hayvanları «insan üretimi, aklın ürünü» olan aletlerin yendiğini anlar. Burada verilmek istenen mesaj aslında doğanın o sınırsız gücüne karşı insanın saf fiziksel gücüyle değil aklı sayesinde üretebildiği ve kültürün temeli olan çeşitli araç ve madenlerle savaşabildiğidir. Yani burada da bir doğa X kültür çatışması görülmektedir.

"Karanlık bastı birden, bir ışık düştü gökten!

Öyle bir ışık indi, parlak aydan güneşten!

Oğuz Kağan yürüdü, yakınına ışığın,

Oturduğunu gördü ortasında bir kızın!"

Burada karanlık X ışık, kadın X erkek karşıtlıkları görülmektedir. Doğa içerisine yer alan bu karşıtlıklar destan kahramanlarının doğa ile ilişkisini göstermekte, onunla olan bağını temsil etmektedir. 

"Oğuz kırk masa ile sıra dizdirmiş idi,

Türlü şaraplar ile, aşlar pişirtmiş idi

Bana itaat etmek sizlerden dileğimdir,

Benim ağzıma bakıp durmanız isteğimdir!

Kim ki ağzıma bakmaz, baş tutar olur bana,

Ordumu çıkarırım, o düşman olur bana!

Urum Kağan derlerdi, ulu büyük bir Kağan,

Oğuz’un komşusuydu, sol yanında oturan.

Gitmez idi ardından, direnir durur idi,

Sözümü tutmam diye söylenir durur idi."

Yukarıdaki dizelerde şölen X savaş, dost X düşman, Urum X Oğuz, İtaat X İtaatsizlik gibi karşıtlıklar görülmektedir. Dikkatle bakacak olursak görülen karşıtlıkların hepsi kültür dairesi içerisinde karşılaştığımız karşıtlıklardır. İnsanlar destanın bu kısmında doğayı biraz daha geri plana atarak kültür çevresinde, sosyal bir varlık olmanın getirdiği nedenlerle sosyal karşıtlıklar yaşamaya başlamışlardır. Artık şölen yani barış ile savaş halleri vardır. Dost düşman gibi sosyal konumlar, itaat gibi çeşitli beklentiler vardır. İtaat gibi hakimiyet beklentileri ise sıradan bir insanın değil fiziksel olarak güçlü olan, kutsalla bağı bulanan sosyal anlamda belli bir statüsü olan bir kişinin beklentileridir. Doğa içerisinde başlayan yaşam ve doğayla iç içe olan Oğuz, kültür dairesi içerisine girmeye başlamış, destanın bu kısmından itibaren kültürel karşıtlıklar baskın bir şekilde görülmeye başlanmıştır. Bir diğer deyişle kültürleşme tam anlamıyla başlamış bulunmaktadır.

"Oğuz aldı ordusun, hemen bu şehre yetti.

Uruz Beğin oğlundan, Oğuz’a elçi gitti.

                           …

Dedi: «Ey Oğuz Kağan! Sen benim kağanımsın!

Babam bu kendi verdi, dedi: «Sen benim oğlanımsın!

                           …

«Düşmanı ise eğer, Oğuz Kağan’ın babam,

«Beni hiç suçlamayın, suçluysa eğer atam"

Destanın bu kısmında savaş X barış, baba X oğul, eski X yeni karşıtlıkları görülmektedir.  Kültür içerisinde yer alan savaş ve barış çatışmalarını ve sosyal bir çatışma olarak baba oğul çatışmaları insanın kültürel hayatını gözler önüne sermektedir. Sosyal bir varlık olan insanın eski kuşakları ile yeni kuşakları arasında yaşadığı çatışma, insanın sosyal ve kültürel olarak gelişmesinin yanında teknolojik ve bilimsel olarak gelişmesini de sağlamaktadır. Bu bağlamda düşünüldüğünde bu çatışmaların varlığı Oğuz ve toplumun doğadan ayrılmalarından sonra aldıkları yolu da göstermektedir. 

"İdil denen bu ırmak, çok çok büyük bir suydu,

Oğuz baktı bir suya, bir de Beğlere sordu:

Uluğ Ordu Beğ derler; çok akıllı bir erdi,

Bu yönde Oğuz Han’a yerince akıl verdi.

Baktı ki yerde bu Beğ, çok ağaç var, çok da dal,

Kesti biçti dalları, kendine yaptı bir sal."

Burada doğanın bir temsili olan su ile insan yapımı bir alet olan salın çatışmasını görülmektedir. Ne kadar şehir, yer keşfederse keşfetsin insan her daim doğa ile bir çatışma içerisinde olacaktır.

"Bu yerin Kağanının, adına derler Masar,

Oraya giden Oğuz, yaman vuruşur, basar.

Savaşı kazanınca, Masar Kağan da kaçar,

Alıp onun yurdunu, kendi yurduna kaçar"

Burada kültürel toplumlar arasındaki yaygın bir çatışma olan hâkimiyet- teslimiyet çatışması görülmektedir. İki kültürel topluluk birbirine hâkim olmaya çalışır, bu çatışmanın sonunda ise bir topluluk teslim olmak zorundadır.

"Söz dışında kalmasın, bilsin herkes bu işi,

Oğuz Han’ın yanında, vardı bir koca kişi.

Sakalı ak, saçı boz çok uzun tecrübeli,

Âsil bir insan idi, akıllı düşünceli"

Burada  gençlik X yaşlılık çatışması vardır.  Bu çatışma deneyim X deneyimsizlik bağlamındadır. Gerek doğaya gerek de kültürel bir yaşamın sürüldüğü toplumlara bakacak olursak, yaşlı olan bilge olandır. O edindiği deneyimlerle sonraki nesilleri ileri taşıyan, yol gösteren kişi konumundadır.

"Altından bir yay gördü, uyur iken uykuda,

Yayın bulunuyordu, üç gümüşten oku da.

Gün, Ay ve Yıldız sizler, gidin gün doğusuna

Gök, Dağ ve Deniz siz de gidin gün batısına!

Av avlayıp, kuşlanan Gün ile Yıldız ve Ay

Buldular yolda birden som altından bir yay.

Av avlayıp, kuşlanan Dağ ile Deniz ve Gök

Buldular yolda birden, gümüşten üç ok."

Destanın bu kısmında altın X gümüş, gök X yer, büyük X küçük, hâkimiyet X tabiiyet gibi karşıtlıklar dikkat çekmektedir. Altın daha değerli ve parlak bir metal olarak daha yüksek bir statüyü gümüş ise altına göre daha az değerli olduğundan altının aşağısında kalan statüyü temsil etmektedir. Nitekim altın yay la birlikte verilmiştir. Yay hâkimiyeti temsil etmekte, gümüşle birlikte verilen ok ise tabiiyeti temsil etmektedir. Gök ile yerin zıtlığı da yine bu bağlantıda sosyal statü içerisinde değerlendirilebilir. Dikkat ile bakılacak olursa Gök ile özdeşleştirilen evlatlar altın yaya sahip iken yer ile özdeşleştirilen evlatlar ise gümüş oka sahip olmuşlardır. Doğu ve batı çatışması ise Eski Türklerde sıklıkla gördüğümüz bir çatışmadır. Doğu daha kutsal daha yüce olanı temsil etmekte dolayısıyla kağanın yaşayıp oturduğu yerdir. Batı ise daha az değerlidir kağanın kardeşi ya da görevlendirdiği kişilerin oturduğu yerdir.  Doğu ve Batı yönlerine gönderilen çocuklara baktığımızda bu sav daha güçlenmektedir.

"Kırk kulaçlık bir direk, sağa dikip sağladı,

Direğin üzerine, altın bir tavuk koyup,

Direğin altına da, bir ak koyun bağladı.

Kırk kulaç bir direk de, sola dikip solladı,

Direğin üzerine, gümüş bir tavuk koyup,

Direğin altına da, kara koyun bağladı.

Sağ yanında Bozoklar, sol yanında Üç-ok,

Oturup eğlendiler, kırk gün kırk geceden çok"

Burada sağ X sol, alt X üst, altın X gümüş, ak X kara, Bozok X Üçok gibi karşıtlıklar dikkatleri çekmektedir. Destanın sonuna gelindiğinde Oğuz Kağan’ın yukarıdaki gibi ülkesini evlatlarına bölüştürdüğünü görülür. Burada yer alan karşıtlıklar bize Türklerin devlet sistemleri ve sosyal yaşamları hakkında da bilgiler vermektedir. Sağ- sol, alt- üst gibi karşıtlıklar Türklerin dünya ve evren tasavvurunun sembolleridir.  Direk, hayat ağacı- demir kazık’ın temsili, altın- gümüş tavuklar da hayat ağacının üzerinde yer alan kuşun sembolüdür.  Kısaca yeryüzünün hakimiyetinin bir sembolüdür. Hâkimiyet sembolü olarak, altın ve gümüş, ak ve kara renkleri burada statüyü göstermektedir. Bozokların statüsü Üçoklara göre daha yüksektir. Bununla birlikte Bozoklar daha çok doğaya bağlıyken (kutsal olana olan yakınlıkları) Üçoklar daha çok yer ile bağlantılıdır (kültür ile ). Nitekim Bozoklar daha sonra dış oğuzu Üçoklar ise iç oğuzu temsil edeceklerdir.

Destan boyunca yer alan tüm bu karşıtlıkları değerlendirecek olursak; verilen doğa kültür karşıtlıkları ile birlikte destanın alt metninde Oğuzlar'ın kültürleşme süreci anlatılır. Doğada yaşayan, doğaya ait bir toplumdan devlet kuran, kültürel bir yaşama geçiş sağlayan bir topluma geçiş anlatılır. Destan metnini incelediğimizde görüldüğü üzere ikili karşıtlıklarla oldukça yoğun bir şekilde yer verilmiştir. Bu karşıtlıklar destan metninde dinleyiciye ve okuyucuya verilmek istenen mesajları güçlendirirken, alt metinde kodlarla başka bir anlatı daha inşa etmiştir. Oğuz Kağan destanının çok katmanlı yapısı göz önüne alındığında, söz konusu bu metnin sadece doğa X kültür karşıtlıkları bağlamında değil; sosyal- mitolojik, karşıtlıklar bağlamında da oldukça zengin olduğu görülür. Dolayısıyla Oğuz Kağan destanına yönelik yapılacak çalışmalarda bu tarz bakış açıları da kullanılabilir.


Not: 

Kapak görselinde ve yazı içerisinde yer alan Oğuz Kağan tasvirleri Emre Sarıçama aittir. Kendisinin diğer çizimlerine https://www.behance.net/emresaricam linkinden ulaşabilirsiniz.

Kaynaklar; 

Deveci, Ümral "Dede Korkut Anlatılarında Doğa ve Kültür", Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı, 2017

Ögel, Bahattin "Türk Mitolojisi", Türk Tarih Kurumu, 1. Cilt, 6. Baskı, Ankara, 2004

Okunması tavsiye edilen bazı makale ve kitaplar; 

Aça, Mehmet "“OĞUZ KAĞAN” VE “ARI-HAAN” DESTANLARI UYGARLAŞMA SÜRECİ AÇISINDAN NASIL OKUNABİLİR?" Milli Folklor, 2009, yıl 21, sayı 82, s.s. 59-75

Aça, Mehmet "“REŞİDEDDİN OĞUZNÂMESİ”NDE KADIN", Milli Folklor, 2007, yıl 19, sayı 76, s. s. 76-92

Bars, Mehmet Emin "OĞUZ KAĞAN DESTANI ÜZERİNE YAPILAN ÇALIŞMALAR",International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 3/4 Summer 2008, s.s 224-240

Togan, Zeki Velidi "OĞUZ DESTANI REŞİDEDDİN OĞUZNAMESİ, TERCÜME TAHLİLİ"

Ağca, Ferruh "UYGUR HARFLİ OĞUZ KAĞAN DESTANI" 











Yorumlar

  1. Tebrikler. Yeni yazıyı merakla bekliyorum. (Tuğba)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, desteğiniz ve yorumunuz için.

      Sil
  2. Merhaba, yaziniz benim için oldukça bilgilendirici ve merak uyandirici oldu😊 Yazilarinizin devamini beklemekteyim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba🌸 Yorumunuz için çok teşekkür ederim, beğenmenize çok sevindim. Yakında yeni yazılarda buluşmak üzere.

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar